Bu yazımızda, özellikle tercih döneminde sıkça karşılaşılan aşağıda örnekleri verilen soruların ve sorunların yol açtığı durumları inceleyip, tüm bu soru ve sorunlara açıklık getirmeye çalışacağız.
Bu ve benzeri cümlelerle tercih dönemini geçiren adayların durumlarını inceleyeceğiz.
Bu soruyu soran adaylar çoğunlukla meslek seçimi konusunda kararsız, iyi araştırma
yapmamış, başkalarının fikirlerine fazla açık, nasıl olsa iyi bir yer kazanırım diyen adaylardır.
Bu tarz adayların bazıları ise üniversite tercihinin önemini anlayamamıştır. Bu adaylar muhtemelen cep telefonu ya da spor ayakkabı alırken daha çok düşünüp efor sarf eder. Gençlerin birçoğunun bu şekilde düşünmesinin en büyük nedeni, tüketim toplumu alışkanlıklarıdır. Sürekli bir şeyler alma, değiştirme ,tüketme ,yenisini elde etmedir. Firmaların ürün satmak için yaptıkları reklam ve müşteriyi sürekli ön plana çıkarma taktikleri, adayın kafasında sanki ömür boyu her şey kendisinin peşinden koşacak vazgeçilmez olan kendisi olduğu hissine kapılmasına sebep olmaktadır. Bu durumdaki adayların çok zengin olmasına gerek yoktur. Artık orta halli ailelerin çocuklarının büyük bir kısmında da bu tüketim toplumu davranışı görülmektedir. Her ne kadar anne babalarda bu durumdan şikâyetçi olsa da elden gelen fazla bir şey bulunmamaktadır.
Gençlerin hayatlarında verecekleri en önemli kararların başında gelen bölüm (meslek) seçme arifesinde böyle davranması ileride büyük kayıplara ve yanılgılara neden olmaktadır.
Bu tarz adaylar yıllardır bazı popüler meslekleri kafalarına takmıştır (doktorluk, avukatlık, pilotluk, psikologluk vb. ). Bu adayların aslında bu meslekleri kazanamayacakları lise sınavlarında belli olmuştur.
Adayın 6 ve 7’ci sınıfta matematiği feni çok iyidir ama 8’ci Sınıfta ne olduysa lise yerleştirme sınavında sorunlar çıkmış (kaydırma, sınav stresi, hiperaktiflik vb.) ve aday başarısız olmuştur. Bu adaylar ve çoğunlukla bu adayların aileleri bu ilk işareti anlamamış, anlamak istememiş ve maalesef üniversite sınavında da aynı durum nüksetmiştir.
Çocuk tıp kazanamayacaktır ,bu durum yıllar öncesinden bellidir, ama ortaokul ve liselerimizde yeterince iyi ölçme değerlendirmenin yapılmaması ,ilköğretimde sınıfta kalmanın uygulanmaması, sözlü notlarının yüksek verilmesi, dershanelerin büyük bir kısmının bu pembe dünyayı bozmaması gibi nedenlerden ötürü adayın ne kendisi ne ailesi o hayal
dünyasından çıkamaz. Bu nedenlerden dolayı aday YGS’den sonra bu pembe rüyadan uyanmaya başlar.
LYS sonuçlarının açıklandığı gün ise adayın dünyasının başına yıkıldığı zamandır. Aday tercih sürecine morali bozuk hazırlıksız ve çoğunlukla gergin girer. Bu sefer aday gerçek dünyaya dönmüş ve sığınacak liman aramaya başlamıştır. Ama adayların bazıları hala bu rüyadan uyanmamakta ısrar edecektir. Bu adayların durumu aşağıdaki maddede incelenecektir.
Bir önceki maddede bahsettiğimiz adayların bir kısmı hala hedeflerini tutturmada inatçıdır.
Adalet okuyup hukuka ya da özel yetenekle iç mimarlığı kazanıp bu bölümden mimarlığa geçiş yapmak hedefindedirler. Son yıllarda özel üniversitelerin hızlıca açılması ve tercih dönemlerinde birçok 2 yıllık bölümün bu şekilde DGS ile 4 yıllığa geçmek konusunda köprü yapılması ve sürekli pompalanan yaparsın, edersin söylemleri adayın birkaç yıl daha bu rüyada yaşamasına devam etmektedir. Gerçekçi olmak gerekirse adalet bitirenlerin çok çok azı bu hedefe ulaşacaktır. 2014 DGS kılavuzu verilerine göre bu söylediğimizi anlatmaya çalışalım:
Mimarlık bölümü için DGS kılavuzunda ayrılan kontenjanlar aşağıdaki gibidir:
29 adet devlet üniversitesinde DGS ile 4 yıllık mimarlığa geçiş için ayrılan toplam kontenjan 200’dür.
26 adet özel üniversitede (Kıbrıs dahil) DGS ile 4 yıllık mimarlığa geçiş için ayrılan toplam kontenjan 700’dür. Bu 700 kişilik kontenjanın 146 tanesi %50 burslu 43 tanesi tam bursludur.
Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi DGS ile 4 yıllık mimarlığa geçmek isteyen adayların çoğunluğu ancak ücretli okuyarak bunu yapabileceklerdir.
Bu da tercih dönemlerinde en sık karşılaşılan sorulardan biridir. Aday devlet memuru olup hayatını kurtarma çabasındadır. Geçmişten beri süregelen memurluk algısı, memurluğun fazla çalışma gerektirmediği ve garanti oluşu bu bakış açısını doğurmuştur. Bir de üstüne özellikle son yıllarda büyük bankaların ve kuruluşların çok düşük aylıklarla personel çalıştırması da bu algıyı körüklemektedir. Üniversite mezunu sayısındaki artış ve işsizlik korkusu, bu büyük kuruluşların daha fazla kalifiye elamanı daha ucuza çalıştırmasının önünü açmıştır. Fen-Edebiyat ve İktisadi İdari Bilimler mezun sayısının çok artması, bu mezunların büyük birçoğunun iş bulamaması da bu devlet memuru olma isteğini körüklemektedir. Bu durumun en büyük sebeplerinden biri de Mesleki ve Teknik Eğitimin hala kaybettiği prestiji yakalayamamasıdır.
Bu sorunun ortaya çıkmasının nedenleri aşağıda sıralanmıştır:
Yukarıda bahsedilen nedenlerin birinin ya da bir çoğunun aday üstünde en büyük sonucu KARARSIZLIKTIR. Aday ister düz lise ,ister meslek lisesi mezunu olsun YGS ‘ye, girebileceği kadar LYS’ye girerek kendisine bir çıkış yolu aramaya başlamıştır. Artık aday ne yapacağını bilemez bir halde istekleri ile gerçeklik arasında gidip gelen bir hal almıştır. Adayın kafasında sürekli bir bölümden diğerine geçiş ve kararsızlık vardır.
Bu ve benzeri durumda olan adaylar ve ailelerini zor günler beklemektedir. Üniversite sınavlarına giren kişi sayısının her yıl katlanarak gitmesi ve iki milyonu geçmesinin sebepleri bunlardır. Bu da zaman ve para kaybıdır ve dolayısıyla ülke ekonomisine ve ailelere yük demektir.
Çoğunlukla bu ve benzeri ruh halinde olan adayın karşısına birde aşağıda belirtilen etkenler çıkınca aday
"GÖRÜCÜ USULÜ TERCİH YAPMAK" zorunda kalacaktır.
2013 ÖSYS yerleştirme sonuçlarına göre (ek yerleştirme hariç) Türkiye’deki Vakıf (Özel) Üniversitelerinin 4 yılık ve 2 yıllık tüm bölümler için doluluk oranı %79,2’dir. Bu oran Kıbrıs Üniversitelerinde %41,5’tir. Bazı özel üniversiteler isimleri ve kaliteleri gereği doluluk oranı sıkıntısı çekmemektedir, ama bunların dışındaki özel üniversitelerin birçoğu için kontenjanlarını doldurmak hayati öneme sahiptir. Son yıllarda çok sayıda özel üniversitenin açılması bu rekabeti daha da kızıştıracaktır.
Bu rekabetin sonucu özel üniversiteler prestijli bölümleri ve 2 yıllık sağlık meslek yüksekokullarını bol bol açmak zorunda kalmalarına neden olmaktadır. Birçok
mühendislik türünden LYS’de 180 puan barajını geçen adaylar rahatlıkla %50 burslu okuma şansı yakalamaktadırlar. Psikoloji ve Rehberlik Psikolojik Danışmanlık, Hukuk, Mimarlık vb. birçok bölüm için de bu geçerlidir. Artık parası olan akademik yeterliliğinin önemi olmadan istediği bölümü okuyacak hale gelecektir. Bu durum her ne kadar iyi gibi görünse de zamanla üniversite mezunlarının niteliğinin sorgulanmasına ve bu mezunların iş bulamamasına neden olacaktır.
Diğer bir sıkıntıda sürekli ve mantar gibi açılarak yayılan 2 yıllık sağlık meslek yüksekokulları ve bölümleridir. Bu bölümlerin kontenjanları her yıl neredeyse katlanarak
gitmektedir. Örneğin Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik bölümü (zaten sağlık bölümü olmamakla beraber adındaki tıbbi kelimesinden dolayı sağlık bölümü olarak algılanmaktadır.) Mezunlarında iş bulma ve ücret sıkıntısı başlamıştır. Yakında bu sıkıntı diğer 2 yıllık sağlık bölümlerine de şüphesiz ki sıçrayacaktır. Bu durum nasıl son yıllarda artık AVM’lerin birçoğu iş yapamaz hale geldiyse özel üniversitelerin ve birçok bölümün iş yapamaz hale gelmesine neden olacaktır.
Birçok özel üniversite tercih döneminde tercih danışmanlığını kendi personeline ve öğretim görevlilerine yaptırmaktadır. Özel üniversiteler fazladan rehber öğretmen çalıştırmamak için birkaç günlük eğitimlerle kendi personelini eğitip, tercih danışmanı yapmaktadır. Bu durum hem tercihe gelen adayın doğru algılanamamasına, hem de adaya yeteri kadar şeffaf ve tarafsız davranılmamasına sebep olmaktadır.
Özellikle tercih dönemlerinde liselerde rehber öğretmenlerin görevlendirilmesi ve bu rehber öğretmenlerin hizmet içi eğitimden geçirilmesi zorunluluk haline gelmiştir.
Rehberlik, üniversite sınavları ve diğer şeyler çok geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Bu yelpazede zaman zaman bu işte iyi olan rehber öğretmenlerin bile kaçırdığı ya da yanlış
hatırladığı şeyler olabilmektedir.
Teknoloji artık insanın düşünmesinin ,sorgulamasının önünde engel olacak hale gelmeye başlamaktadır. Birçok büyük dershanenin ve kurumun tercih robotu rekabeti insan faktörünü ve ilgi-ihtiyaçlarını ortadan kaldırmaktadır. Şimdi kullanılan birçok tercih robotuna puanlarınızı girdiğiniz zaman yazabileceğiniz bölümleri ve üniversiteleri otomatik olarak ortaya çıkarmaktadır. Bu durum bir de büyük bir teknolojik üstünlük ya da kolaylıkmış gibi adaylara ve ailelere sunulmaktadır. Benim puanlarım bu, bu puanlarla nereleri kazanırım ? sorusuna, tercih robotuna değerleri gir ve liste al adaya ver. Artık rehberlik ve tercih danışmanlığı bu kadar basite indirgenmiştir. Tabi bu işlem sırasında adayın başta T.C. Kimlik numarası ve iletişim bilgileri alınarak aday aynı zamanda reklam malzemesi haline getirilmektedir.
Gelen adayı dinlemeden, tercihlerle ilgili dikkat edeceği şeyleri ya da püf noktaları anlatmadan, adayın aile ve ekonomik durumuna hiç bakmadan adaya çıktıyı al ver. Adayların maalesef çoğu da sanki eczaneden derdine iyi gelecek ilacı alıyormuş gibi mutlu oluyor. Bu işi yapan meslektaşlar ve kişiler sanki adaya tüm sorunlarını çözdük ,bölüm kazandırdık ve aday artık hayatında sıkıntı yaşamayacak gibi hissettiriyorlar. Görücü Usulü Tercih Yapma’nın en büyük nedenlerinden biridir bu teknolojik kolaylık. Adayların birçoğu girebileceği yerlerin listesini aldığı için anlık olarak çok mutlu olmuştur ve birçok sorgulama kriterini yok sayarak sadece kazanmak için tercih yapacaktır. Bu noktada robot dedi diye iş olanağı olmayan ve üniversite kazanma baskısı altında olan adaylar, tercih yapacaklardır.
Aday bu baskıdan kurtulmak için tercih dönemlerinde artık adayın son noktada ben de üniversite kazandım demek için başvurduğu yollardan biridir. Aday , aman nasıl olsa olmadı bir daha girerim hele bu yılı bir atlatayım diyerek istemeye istemeye Görücü Usulü Tercih yapacaktır. Adı konulmamış ya da hissettirilmeden yapılan çevre baskısı, anne babanın aşırı ideal olması, anne babanın bölümlerin bir kısmını beğenmeyip bazı bölümlerde diretmesi ya da çocuğun bilgili ve bilinçli olmadan tercih yapması istenmeyen tercihlere yol açmaktadır.
Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi, Psikoloji, Hukuk vb. birçok bölüm mezunu gerçekte ne iş yapar, adayların birçoğu bunu bilmez. Bölümün adındaki hava ya da Amerikan Filmlerindeki meslek algısı (özellikle avukatlık için) adayın kafasında mesleğe ilişkin çok farklı çağrışımlar uyandırarak adayları bu bölümlere çekmektedir. Özellikle Uluslararası İlişkiler bölümü de buna güzel bir örnektir. Bu bölümü kaç kişinin bitirdiğini ve kaçının Dışişleri Bakanlığında ve Elçiliklerde-Konsolosluklarda alıştığını merak ediyorum.
Bu çalışmalarla adayın ilgisi ölçülmekle beraber, adayın bu çalışmalarda çıkan meslekleri yapıp yapamayacağı sorgulanmamaktadır. Yine adaylarımız, birçok özendirici etmenin farkına çoğunlukla varmadan ve o mesleğin gerektirdiği sabır, dirayet, altyapıya sahip olup olmadıklarına bakmadan ben şu olacağım, bu olacağım tarzında meslek seçimine hayalperest yaklaşmaktadırlar. Bu testler ve envanterler bu hayalperestliği körükleyebilir.
"Ne alaka" dediğinizi duyabiliyorum. Maalesef kültürümüzde ve yetişme tarzımız da sevgiyi birçok yerde gereksiz ve hatta zararlı şekilde kullanıyoruz. Dersi sev, öğretmeni sev, mesleği sev vb. Tamam ,sevgi güzel şey severek bir şeyler yapmak da çok güzel; ama başta büyükler, anne –babalar her şeyi severek mi yapıyoruz, bu hayatta zorunda kalarak yaptığımız hiçbir şey yok mu ? Bu ülkede inşaatta, madende, ağır sanayide çalışan ya da tır-kamyon kullanan ya da temizlik-çaycılık insanların ne kadarı işlerini severek mutlu mesut yapıyor ,bunu soran yok. Kayıtlı çalışan nüfusun ne kadarı askeri ücretle çalışıyor bundan da bahseden yok. Bu ülkede Alışveriş Merkezlerinde, plazalarda ve mağazalarda kaç milyon insan (çoğu genç nüfus) satış danışmanı, güvenlik vb. işlerde çalışıyor bundan da bahseden yok. Sanmayın herkesin sosyo -ekonomik şartları süper ve biz bu ailelerin çocuklarına her seçimde aşamada sevgiden bahsediyoruz. Popüler dil ve yaklaşımlar ödev, görev, vazife, sorumluluk ve zorunluluk gibi kavramaları sevmiyor. Oysa ülkemizdeki üniversite sınavlarına giren ve sayısı iki milyonu geçen kişilerin aileleri zor imkânlarla ve sırf çocuğum okusun diye her şeylerinden kısarak hayatlarını yaşıyor.
Tercih döneminde genel olarak nereden nasıl çıktığı belli olmayan bir sürü yanlış bilgi ile uğraşmak hatta savaşmak zorundayız. Bunların ilki ve en büyüğü tercihlerin sırası meselesidir. Nereden çıkmış ,nasıl bu kadar yayılmış anlayamadık çözemedik ama adayların bir çoğu yerleştirme de puana değil de öncelikle tercih sırasına bakılıyormuş gibi yalan-yanlış bir bilgi ile karşımıza gelmektedir. Örnek; sen tercih listenden Marmara Üniversitesinden İngilizce işletme bölümünü 30. Sıraya yaz, rakibin ilk sıraya yazsın; senin puanın 0,00001 puan bile rakibinden yüksek ise sen kazanırsın. Israrla böyle bir durumun söz konusu olmayacağını anlatırız.
Yukarıda tabloda birey ve çevre kaynaklı anlatılmaya çalışılan durumun doğal bir sonucu "Görücü usulü tercih yapmak olacaktır". Tercih dönemlerinde köşeye sıkışan adayların büyük çoğunluğu farkına vararak ya da farkına varmadan ‘’Görücü usulü tercih yapacaktır’’.
Bu tercihlerin hepsinde ya da büyük bir çoğunluğunda aşağıdaki süreç ve belirtiler ortaya çıkar:
2014 yerleştirme sonuçlarının açıklandığı bu günde (23/07/2014) hemen kazanan adayların bir kısmı kazandığı yerden memnun olmayıp yeniden hazırlanmayı düşünmektedirler. Bu da demek oluyor ki aday bir şekilde "Görücü Usulü Tercih Yapmıştır".
Bu yazı ile amaçlanan öğretmenlere, eğitim yöneticilerine ve ailelere zaten bildikleri farkında oldukları sorunları üniversite tercihleri dönemi yeni bitmişken unutturmamaktır. Maalesef Mart ayındaki Yüksek Öğretime Geçiş Sınavına kadar daha televizyonlarda eğitim ve tercih programı bu sıkılıkla göremeyeceğiz.
Mesut SABANCI - Rehber Öğretmen - Tercih Uzmanı